Gülün tarihi insanlığın tarihinden önce başlar. Çeşitli fosil yataklarında bulunan güllerin yaşı günümüzden 25 ile 40 milyon yıl gerilere gider.
Yazılı tarihte güle ait ilk kayıtlara 5000 yıl önceki
Mezopotamya kil tabletlerinde rastlanmıştır. Pek çok tarihçi gül suyunun Babil
gibi eski medeniyetlerde kullanılmış olduğuna inanır. Mezopotamya’dan sonra gül
Girit’te, Knossos sarayındaki M.Ö. 1600’lerden kalma bir duvar freskinde
karşımıza çıkar.
Eski Mısır’da gülü tanımlayan en eski hiyeroglif M.Ö 1400
yılına aittir. Daha sonraları, M.S 400-200 yıllarından kalma bir Mısır
mezarında güllerden yapılmış bir çelenk bulunur. Kleopatra döneminde gülden sık
bahsedilir. Kleopatra’nın gülleri çok sevdiği, süt banyolarını gül yaprakları
ile bezediği Markus Antonyus’un ayaklarının altına gül yaprakları saçtırdığı,
hatta gülü afrodiziyak olarak kullandığı bilinir.
Çin medeniyetinde de gülün özel bir önemi vardır. Konfüçyus,
Çin İmparatoru’nun bahçelerindeki güllerden ve imparatorluk kitaplığında
güllerle ilgili 600’den fazla kitap olduğundan bahseder.
Romalılar gülü Yunanlılardan öğrendi. Su kanalları ile
tarımsal üretime ağrılık veren Roma, buğday tarlaları ve meyve bahçelerinin
yanında büyük gül bahçeleri geliştirdi. Neron döneminde gül kullanımı
olağanüstü miktarlara ulaşmıştı. Güzel kokusu nedeniyle davet, ziyafet ve
toplantılarda çeşitli şekillerde kullanılan gülü hanımlar da güzellik
reçetelerine dahil etti. Romalılar gül suyunun antiseptik ve antibakteriyel
özelliklerinin farkındaydı; ellerini gül suyu ile yıkar, gül suyu ile banyo
yapmaktan hoşlanırlardı. Böylece gül tarımı ve ticareti büyük önem kazandı.
Eski medeniyetlerin çoğunda gül suyu dini ve spiritüel
törenlerde kullanıldığı için, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde Pagan
adetlerinden kabul edilen gül kullanımını engellendi. Ancak daha sonraları
diğer dinler gibi Hıristiyanlık da gülü kutsal simgelerine dahil etti; kırmızı
gül Hz. İsa’nın kanı ile özdeşleştirildi, Hz. Meryem’e “dikensiz gül” adı
verildi
Orta Çağ, gülün tedavi edici özelliklerini ön plana
çıkarttı. Orta Çağ ve Rönesans dönemleri boyunca gül depresyonun en gözde
tedavisi oldu.
Orta Çağ Avrupa’sında unutulan gül bahçeleri, 13ncü yy. dan
itibaren Haçlıların Orta Doğu ülkelerinden memleketlerine taşıdıkları gül
fideleri ile tekrar canlanmaya başladı.
Gülü çok seven ve sık sık gül suyu ile banyo yapan
İmparatoriçe Josephine zamanında gül kokusu çok popüler oldu. Gül Antik
Roma’daki ününü Napolyon döneminde tekrar kazandı. İmparatoriçe 1798 yılında
“Malmaison Bahçeleri” olarak bilinen gül bahçelerini kurdu. Karısının gül
merakını destekleyen Napolyon, uzak diyarlara açılan kaptanlarına yeni gül
türleri bulduklarında, fidelerini memlekete taşımalarını emretmişti. Böylece
koleksiyondaki çeşitler çoğaldı. Ölümüne kadar geçen 16 yıl boyunca, masrafları
bizzat İmparatoriçe tarafından karşılanan bu bahçelerde 250 farklı gül türü
yetiştirildi.
Gül merakı zaman içinde Fransa’dan İngiltere’ye geçti. Daha
sonraları Batı Avrupa, Amerika ve Avustralya da gülden çeşitli şekillerde
yararlanmaya başladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder